İMAM HASAN BİN ALİ EBÛ MUHAMMED EL-HASAN B. ALİ B. EBÎ TALİB EL-KÛREŞİ EL-HAŞİMİ (Ö.49/669) HZ. PEYGAMBER’İN TORUNU HZ. FÂTIMA İLE HZ. ALİ’NIN BÜYÜK OĞLU 3.yılın Şâban ayında (Ocak-Şubat 625) veya Ramazan ayının 15’inde (1 Mart) Medine’de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz Peygamber, Câhiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebu Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur;doğumunun yedinci gününde de akika kurbanı kestiği ve Hz Fatma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir.Kaynaklarda, Resulullah’a çok benzediği için Hz Ebu Bekirin onu,”Ey nebiye benzeyen,Ali’ye benzemeyen” diye sevdiği ve Hz Ali’nin de buna tebessüm ettiği belirtilir. Hasan, kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır.Hz Osman’ın Hilafeti sırasında kardeşiyle birlikte Said b. Âs’ın Horasan seferine (29 veya 30/650 veya 651 ) katılmış (Belazüri,Füuh,s.48;Taberi,Tarih,I, 2836), daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir.(a.g.e.,I,3020) Babası hilafete geldikten sonra Hasan,Talha b.Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın ona karşı çıkmaları üzerine,Küfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kufe’ye gitti.Cemel Vak’ası ve Sıffin Savaşı’nda da babasının yanında bulundu.Hz Ali’ni şehid edilmesinin ardından (19 veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661) Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmuttalib Kufelileri halife olarak ona biata davet etti ve bir rivayete göre aynı gün,bir rivayete göre de iki gün sonra Kufe’de kendisine biat edildi. Hz Ali ölümünden kısa bir süre önce Hasan’a biat konusunda sorulan bir soruya,”Bunu ne emreder ne de nehyederim”diye cevap vermiştir;ancak Şiîler Hz. Ali’nin onu veliaht tayin ettiğine inanırlar. Hz Hasan,Kufe Mescidi’nde halka hitaben yaptığı konuşmada Ehl-i beyt’in meziyetlerinden ve Hz.Peygamber’e olan yakınlığından söz etti.Ona ilk biat eden Kays b. Sa’d b. Ubâde el-Ensâri,biat sırasında kendisini Allah’ın kitabına ve Resulullah’ın sünnetine bağlı kalmanın yanı sıra isyancılara karşı savaş şartını da kabul etmesi için zorladı,fakat Hasan bu şartın aslında “Allah’ın kitabı” lafzında mevcut olduğunu söyledi. Hz. Ali’nin şehid edildiğini ve Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye b.Ebû Süfyan, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı; Abdullah b. Âmir kumandasında Suriye, Filistin ve El-Cezire kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sırada öğrenen Hz Hasan da Abdullah b. Âmir’le karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Bu sırada iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konusunda zaman zaman eski meseleleri kurcalayan mektuplar teâti edilmiş ancak bu yazışmalar durumu gerginleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Muâviye Musul’a ulaşıp orada konaklayınca Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas kumandasında 12.000 kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi ve Ubeydullah’a, Muâviye ile müzakereler de bulunmak isteyen Kays b. Sa’d ve Saîd b. Kays el-Hemdani ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince bir konuşma yaparak aslında hiçbir müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun içinde onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi. Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine Hâriciler’in görüşlerini benimseyen bir gurup, “Hasan da babası gibi küfre düşmüştür” diyerek üzerine yürüdü ve atından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı.Bunun üzerine Hz Hasan, Rebîa ve Hemdân kabilelerine mensup sâdık adamlarının yanına sığındı; onlarda etrafını çevirip saldırganları uzaklaştırdılar. Hz. Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Harici Cerrâh b. Sinân el-Esedî tarafından yaralandı ve şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye, bir yandan Hz. Hasan taraftarlarınca tartaklanıp yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr’da onun öncü kumandanı Ubeydullah b. Abbas ile Kays b. Sâd’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah b. Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi ve onlara Muâviye’nin de Enbâr’ı kuşattığını,aslında savaş niyeti taşımadıklarını ve Hz. Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden onlara sığınanların hayatlarının bağışlanacağını söyledi.Bu sözler karşısında çoğunluk savaştan kaçındığını belli etti; Hz. Hasan da Medâin’e dönerek hilâfeti Muâviye’ye teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı.İleri sürdüğü şartlar şunlardır: 1. İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır. 2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır. 3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecek. 4. Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir. 5. Kardeşi Hüseyin’e 2 milyon dirhem verilecektir. 6. Hâşimoğulları’na da Abdüşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır. İbnü’l-Esir bu şartlara Hz. Ali’ye sövmemeyi de ilave etmiştir. Ayrıca muahhar bir Sünni kaynakla anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye’nin ölümü halinde Hasan’a iade edilmesi maddesini de eklemişlerdir. İbn Hacer el-Heytemi bu maddeyi,”Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra Müslümanların şûrası ile tespit edilecektir” şeklinde verirse de anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olayların gelişmesine pek uygun düşmemektedir; çünkü Muâviye, oğlu Yezide biat aldığı zaman Hz. Hasan’la yapılmış anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.Abdullah b. Âmir Hz. Hasan’ın şartlarını Muâviye’ye götürdü, Muâviye de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz. Hasan’a iade etti. Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sa’d’a bildirerek yetkilerini Muâviye’ye devretmesini ve Medâin’e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays, kumandası altındaki 4000 bin adamına ya sapıklığa düşmüş bir imama (Muâviye) itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi, onlarda birinci şıkkı tercih ettiler. Bu arada Hz. Hüseyin ve Hucr b. Adi gibi bazı kimseler, Hz. Hasan’ın Muâviye ile anlaşmasına, arkasındaki müslümanları küçük düşürdüğü gerekçesiyle karşı çıktılarsa da Hasan kararından dönmeyerek adamları ile birlikte Medâin’den Kûfe’ye gitti ve oraya gelen Muâviye’ye vardıkları anlaşmayı şahsen de teyit ettirdi. İslam tarihinde 41 yılına bu uzlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa”(birlik yılı) denilmiştir. Böylece Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Hz Peygamberin işaret ettiği gibi Müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine’ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda, rivayete göre Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca’de bint Eş’as b. Kays tarafından zehirlendi (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 460; a.mlf., Üsdü’l-ğâbe, II, 15; Süyûtî, s. 192) ve 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin’e Resûl-i Ekrem’in yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü’1-Ba-ki’de annesinin yanına gömülmesini vasiyet etmiş, Mervân b. Hakem birinci teklife karşı çıktığı için Medine Valisi Saîd b. Âs’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Cennetü’l-Baki’de annesinin yanına defnedilmiştir. "Müctebâ, taki, zekî" ve "sıbt" lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. Onun hilâfette kalış süresi hakkında farklı görüşler vardır; müelliflerin bir kısmına göre dört ay üç gün (meselâ bk. İbn Şehrâ-şûb, III, 192), bir kısmına göre de altı ay üç gün (meselâ bk. el-Imâme ue’s-siyâ-se, I, 140; Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 260, Sü-yûtî, s. 191-192) halifelik yapmıştır. Muâviye ile anlaşma 25 Rebîülevvel 41 (29 Temmuz 661) tarihinde yapıldığına göre ikinci rivayetin daha isabetli olması gerekir. Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem’den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Hasan ile Süveyd b. Gafele, Ebü’l-Havrâ es-Sa’dî, Şa’bî, Hübeyre b. Yerim, Asbağ b. Nübâte ve Müseyyeb b. Necebe rivayette bulunmuşlardır."Mıtlak" (çok boşayan) lakabıyla da anılan Hz.Hasan’ınhayatında 100’e yakın evlilik yaptığı söylenir; hatta Şiî müelliflerinden İbn Şehrâşûb’a göre ayrıca 2S0 veya 300 cariyesi olmuştur (Menâkıbü ÂUEbîTâlib, III, 192; Süyûtî, s. 191; İbrahim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 145). Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bakır Şerif el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir {Ha-yâtü’l-İmâm el-Hasan b. ’Alî, II, 443-460). Çocuklarının sayısı da ihtilaflıdır; kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir. Kaynaklarda adları verilen çocukları şanlardır: Zeyd, Hasan, Kasım, Ebû Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Ya’küb, İsmail ve Tal-ha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsen-nâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere "şerif" unvanı verilmiştir. Tarihte bunlar tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa’dîler ve halen devam eden Fi-lâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok hanedan vardır. Kaynaklar, Resûl-i Ekrem’in "cennetin efendileri" dediği ve haklarında, "Alla-hım, ben onları seviyorum, sen de sev!" diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler. Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına basmış, "Cenâb-ı Hak, ’Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’ (et-Tegâbün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım" dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir "cîdeyn", 27;,1 Hz. Hasan, Ehl-i beyt’e ve Âl-i abâ’ya dahil olmasının yanında kardeşi Hüseyin’le birlikte Hz. Peygamber’in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin’e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır (Taberî, Târih, 1, 2413). Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem’in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.Hz. Hasan bazı Sünnî âlimlerce, babasının şehid edilmesinden hilâfeti Muâvi-ye b. Ebû Süfyân’a devretmesine kadar geçen sürede Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi ve sonuncusu kabul edilir (Şevkânî, s. 606). Şiî kültüründe ise Hasan, bizzat Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört "ma’sûm-ı pâk"in (Çâr-deh Ma’sûm-ı Pâk) dördüncüsü olarak görülür ve kendisine birçok keramet izafe edilir. Ancak bazı Şiî toplulukları Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini tenkit etmişlerdir (Nevbahtî, s. 24). Bugün İran ve Irak gibi Şiîler’in yaşadığı yerlerde, Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan taziye âyinleri kadar gösterişli olmamakla beraber, 28 Safer günü hem Hz. Peygamber’in hem de Hz. Hasan’ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır. Resûl-i Ekrem’in torunu, Hz. Ali ve Fâ-tıma’nın büyük oğlu ve müslüman kanının dökülmesini istemeyerek hilâfetten feragat etmiş bir kişi olarak Hz. Hasan üzerine geniş bir literatür teşekkül etmiştir. Onun hakkında İslâm tarihi kaynaklarından ve biyografik eserlerden başka müstakil çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. Hadis külliyatından Buhârî ile Müslim’in çeşitli bölümlerinde Resû-lullah’ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında söylediği birçok hadis mevcuttur (Buhârî, "Fezâ’ilü aşhâbi’n-nebî", 18, 22; Müslim, "Fezâ’ilü’ş-şahâbe", 32, 56, 58-61, 67). Her iki eserde de Hasan ile Hüseyin’in faziletlerine dair müstakil birer bab açılmış ve Hz. Peygamber’in yalnız biri veya her ikisi için söylediği medihkâr sözler kaydedilmiştir. Tirmizî’de de "Me-nâkıbü’l-Hasan ve’1-Hüseyn" ve "Menâkıbü Ehli beyti’n-nebî" adlarıyla bablar açılmış, buralarda diğer bölümlerin yanında yirmiden fazla hadis nakledilmiştir. Öteki hadis kaynaklarından Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî’nin eserlerinde ve el-Muvatta’da da çok sayıda hadis zikredilmektedir (bk. Wensinck, VIII, 60-61). Ahmed b. Hanbel, ei-Müsned’inde Hz. Hasan’dan mükerrerleriyle birlikte yetmiş dolayında rivayet nakletmiştir (meselâ bk. I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64); ayrıca onun Cüz’ün tihi müsnedü Ehli’1-beyt adlı risalesinde de (nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1408/ 1988) on iki hadis daha bulunmaktadır. Şia’nın temel hadis kaynaklarından olan Kütüb-i Erba’a’dan yalnızei-Kâ/f de Hz. Hasan’la ilgili hadisler vardır. Meclisî. sıhhat şartını dikkate almaksızın Şiî hadis kaynaklarında geçen Hz. Hasan’a dair rivayetleri müstakil bir ciltte toplamıştır (Blhârü’l-enuâr, Beyrut 1403/1983, XLIV). Ayrıca Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin Mekû-tilü’t-Tâlibiyyîn (bk. bibi), Necmeddin Ebü’l-Hasan el-Alevî’nin el-Mecdî ti en-sâbi’t-Tâlibiyyîn (Kum 1988, s. 36-80), Tabersî’nin İ’lâmü’1-verâ’ (Beyrut 1985, s. 243-252) ve İbn Ebü’l-Hadîd’in Şerhu Nehci’l-belâğa (XVI, 9-54) adlı «serlerinde Hz. Hasan hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Hz. Hasan’la ilgili çalışmaların bir kısmı, onu kardeşi Hüseyin veya Ehl-i beyt mensuplarıyla birlikte ele alır; çoğu ise doğrudan doğruya ona dair olan kitaplardır. Murtazâ el-Hüseynî el-Fîrûzâbâdî, Âl-i abâ’ya tahsis ettiği eserinde Hz. Ha-saıfla ilgili hadis kaynaklarında geçen rivayetleri derlemiştir (Fezâ’ilü’l-hams, Beyrut 1402/1982, III, 282-309). Aynı şekilde Tâhâ Hüseyin, Hz. Ali ve çocuklarına ayırdığı kitabında İslâm tarihi kaynakları çerçevesinde Hz. Hasan’ın hayatını, kardeşiyle arasındaki mizaç farklılığını ve Muâviye ile yaptığı barışı tahlil eder (’Alî ue benûh, Kahire, ts. [Dârü’l-maârif], s. 193-220). Muhammed Rızâ da Hz. Hasan’ı kardeşiyle birlikte Resûlullah’ın iki torunu olarak ele almıştır (el-Hasan ue’l-Hü-seyn sıbtâ Resûlillâh, Beyrut 1407/1987, s. 13-63). Bu türden diğer bazı eserler de şunlardır: Fazlullah Rahîmî, Gülzâr-ı Ha-seneyn (İstanbul 1994); Şems Osman Üs-küdârî, Hasan ve Hüseyin Hakkında Üç Mersiye (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 20867); Abdülfettah Şefkat Efendi, Manzûme-i Siyer-i Nebî ve Evlâd-ı Resul (Yapı Kredi Bankası Ktp., nr. 768). Hz. Hasan hakkında yapılan monogra-fık çalışmaların bazıları şu şekilde sıralanabilir: Abdürrızâ es-Sâfî, Belâğatü’l-İmâm el-Haşan (Necef 1966); Hüseyin Mahmûd Yûsuf, Seyyidü şebâbi ehli’l-cenne el-Hasan b. Alî (Kahire 1973); Tevfîk Ebû İlim, el-Hasan b. ’Alî (Kahire 1974); Hasan Kâmil el-Maltâvî, el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Kahire, ts.); Mustafa Muhsin el-Mûsevî, el-Hasan b. ’Alî (Kahire 1975); Kâmil Süleyman, el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1399/1979); Ca’fer Murtazâ el-Âmilî, el-Hayâtü’s-siyâsiyye li’l-İmâm el-Hasan (Beyrut, ts); Süleyman el-Kettânî, el-İmâm el-Hasan (Beyrut 1989); Ali Kâimî, İmâm Hasan (Kum 1361/1982); Bakır Şerif el-Kureşî, Hayâ-tü’1-İmâm el-Hasan b. Alî (I-Il, Beyrut 1403/1983); Mûsâ Muhammed Ali, Halî-mü Âli’1-beyt el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1405/1984); Alâilî, Hayâtü’l-Hasan (baskı yeri ve tarihi yok); Muhammed Beyyûmî Mehrân, el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1990); Hüseyin eş-Şâ-kirî, el-Hasanü’1-müctebâ (Kum1415) Kaynak; Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi “Hasan” Maddesi. Yazar.Nuri Özcan C.XVI.s282-285
İMAM HASAN BİN ALİ EBÛ MUHAMMED EL-HASAN B. ALİ B.
EBÎ TALİB EL-KÛREŞİ EL-HAŞİMİ (Ö.49/669)
HZ. PEYGAMBER’İN TORUNU
HZ. FÂTIMA İLE HZ. ALİ’NIN BÜYÜK OĞLU
3.yılın Şâban ayında (Ocak-Şubat 625) veya Ramazan ayının 15’inde (1 Mart) Medine’de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz Peygamber, Câhiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebu Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur;doğumunun yedinci gününde de akika kurbanı kestiği ve Hz Fatma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir.Kaynaklarda, Resulullah’a çok benzediği için Hz Ebu Bekirin onu,”Ey nebiye benzeyen,Ali’ye benzemeyen” diye sevdiği ve Hz Ali’nin de buna tebessüm ettiği belirtilir. Hasan, kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır.Hz Osman’ın Hilafeti sırasında kardeşiyle birlikte Said b. Âs’ın Horasan seferine (29 veya 30/650 veya 651 ) katılmış (Belazüri,Füuh,s.48;Taberi,Tarih,I, 2836), daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir.(a.g.e.,I,3020) Babası hilafete geldikten sonra Hasan,Talha b.Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın ona karşı çıkmaları üzerine,Küfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kufe’ye gitti.Cemel Vak’ası ve Sıffin Savaşı’nda da babasının yanında bulundu.Hz Ali’ni şehid edilmesinin ardından (19 veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661) Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmuttalib Kufelileri halife olarak ona biata davet etti ve bir rivayete göre aynı gün,bir rivayete göre de iki gün sonra Kufe’de kendisine biat edildi.
Hz Ali ölümünden kısa bir süre önce Hasan’a biat konusunda sorulan bir soruya,”Bunu ne emreder ne de nehyederim”diye cevap vermiştir;ancak Şiîler Hz. Ali’nin onu veliaht tayin ettiğine inanırlar. Hz Hasan,Kufe Mescidi’nde halka hitaben yaptığı konuşmada Ehl-i beyt’in meziyetlerinden ve Hz.Peygamber’e olan yakınlığından söz etti.Ona ilk biat eden Kays b. Sa’d b. Ubâde el-Ensâri,biat sırasında kendisini Allah’ın kitabına ve Resulullah’ın sünnetine bağlı kalmanın yanı sıra isyancılara karşı savaş şartını da kabul etmesi için zorladı,fakat Hasan bu şartın aslında “Allah’ın kitabı” lafzında mevcut olduğunu söyledi. Hz. Ali’nin şehid edildiğini ve Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye b.Ebû Süfyan, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı; Abdullah b. Âmir kumandasında Suriye, Filistin ve El-Cezire kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sırada öğrenen Hz Hasan da Abdullah b. Âmir’le karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Bu sırada iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konusunda zaman zaman eski meseleleri kurcalayan mektuplar teâti edilmiş ancak bu yazışmalar durumu gerginleştirmekten başka bir işe yaramamıştır.
Muâviye Musul’a ulaşıp orada konaklayınca Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas kumandasında 12.000 kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi ve Ubeydullah’a, Muâviye ile müzakereler de bulunmak isteyen Kays b. Sa’d ve Saîd b. Kays el-Hemdani ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince bir konuşma yaparak aslında hiçbir müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun içinde onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi. Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine Hâriciler’in görüşlerini benimseyen bir gurup, “Hasan da babası gibi küfre düşmüştür” diyerek üzerine yürüdü ve atından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı.Bunun üzerine Hz Hasan, Rebîa ve Hemdân kabilelerine mensup sâdık adamlarının yanına sığındı; onlarda etrafını çevirip saldırganları uzaklaştırdılar. Hz. Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Harici Cerrâh b. Sinân el-Esedî tarafından yaralandı ve şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye, bir yandan Hz. Hasan taraftarlarınca tartaklanıp yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr’da onun öncü kumandanı Ubeydullah b. Abbas ile Kays b. Sâd’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah b. Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi ve onlara Muâviye’nin de Enbâr’ı kuşattığını,aslında savaş niyeti taşımadıklarını ve Hz. Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden onlara sığınanların hayatlarının bağışlanacağını söyledi.Bu sözler karşısında çoğunluk savaştan kaçındığını belli etti; Hz. Hasan da Medâin’e dönerek hilâfeti Muâviye’ye teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı.İleri sürdüğü şartlar şunlardır: 1. İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır. 2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır. 3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecek. 4. Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir. 5. Kardeşi Hüseyin’e 2 milyon dirhem verilecektir. 6. Hâşimoğulları’na da Abdüşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır. İbnü’l-Esir bu şartlara Hz. Ali’ye sövmemeyi de ilave etmiştir. Ayrıca muahhar bir Sünni kaynakla anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye’nin ölümü halinde Hasan’a iade edilmesi maddesini de eklemişlerdir. İbn Hacer el-Heytemi bu maddeyi,”Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra Müslümanların şûrası ile tespit edilecektir” şeklinde verirse de anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olayların gelişmesine pek uygun düşmemektedir; çünkü Muâviye, oğlu Yezide biat aldığı zaman Hz. Hasan’la yapılmış anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.Abdullah b. Âmir Hz. Hasan’ın şartlarını Muâviye’ye götürdü, Muâviye de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz. Hasan’a iade etti. Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sa’d’a bildirerek yetkilerini Muâviye’ye devretmesini ve Medâin’e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays, kumandası altındaki 4000 bin adamına ya sapıklığa düşmüş bir imama (Muâviye) itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi, onlarda birinci şıkkı tercih ettiler. Bu arada Hz. Hüseyin ve Hucr b. Adi gibi bazı kimseler, Hz. Hasan’ın Muâviye ile anlaşmasına, arkasındaki müslümanları küçük düşürdüğü gerekçesiyle karşı çıktılarsa da Hasan kararından dönmeyerek adamları ile birlikte Medâin’den Kûfe’ye gitti ve oraya gelen Muâviye’ye vardıkları anlaşmayı şahsen de teyit ettirdi. İslam tarihinde 41 yılına bu uzlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa”(birlik yılı) denilmiştir.
Böylece Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Hz Peygamberin işaret ettiği gibi Müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine’ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda, rivayete göre Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca’de bint Eş’as b. Kays tarafından zehirlendi (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 460; a.mlf., Üsdü’l-ğâbe, II, 15; Süyûtî, s. 192) ve 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin’e Resûl-i Ekrem’in yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü’1-Ba-ki’de annesinin yanına gömülmesini vasiyet etmiş, Mervân b. Hakem birinci teklife karşı çıktığı için Medine Valisi Saîd b. Âs’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Cennetü’l-Baki’de annesinin yanına defnedilmiştir.
"Müctebâ, taki, zekî" ve "sıbt" lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. Onun hilâfette kalış süresi hakkında farklı görüşler vardır; müelliflerin bir kısmına göre dört ay üç gün (meselâ bk. İbn Şehrâ-şûb, III, 192), bir kısmına göre de altı ay üç gün (meselâ bk. el-Imâme ue’s-siyâ-se, I, 140; Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 260, Sü-yûtî, s. 191-192) halifelik yapmıştır. Muâviye ile anlaşma 25 Rebîülevvel 41 (29 Temmuz 661) tarihinde yapıldığına göre ikinci rivayetin daha isabetli olması gerekir. Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem’den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Hasan ile Süveyd b. Gafele, Ebü’l-Havrâ es-Sa’dî, Şa’bî, Hübeyre b. Yerim, Asbağ b. Nübâte ve Müseyyeb b. Necebe rivayette bulunmuşlardır."Mıtlak" (çok boşayan) lakabıyla da anılan Hz.Hasan’ınhayatında 100’e yakın evlilik yaptığı söylenir; hatta Şiî müelliflerinden İbn Şehrâşûb’a göre ayrıca 2S0 veya 300 cariyesi olmuştur (Menâkıbü ÂUEbîTâlib, III, 192; Süyûtî, s. 191; İbrahim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 145). Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bakır Şerif el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir {Ha-yâtü’l-İmâm el-Hasan b. ’Alî, II, 443-460). Çocuklarının sayısı da ihtilaflıdır; kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir. Kaynaklarda adları verilen çocukları şanlardır: Zeyd, Hasan, Kasım, Ebû Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Ya’küb, İsmail ve Tal-ha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsen-nâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere "şerif" unvanı verilmiştir. Tarihte bunlar tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa’dîler ve halen devam eden Fi-lâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok hanedan vardır. Kaynaklar, Resûl-i Ekrem’in "cennetin efendileri" dediği ve haklarında, "Alla-hım, ben onları seviyorum, sen de sev!" diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler. Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına basmış, "Cenâb-ı Hak, ’Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’ (et-Tegâbün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım" dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir "cîdeyn", 27;,1 Hz. Hasan, Ehl-i beyt’e ve Âl-i abâ’ya dahil olmasının yanında kardeşi Hüseyin’le birlikte Hz. Peygamber’in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin’e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır (Taberî, Târih, 1, 2413). Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem’in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.Hz. Hasan bazı Sünnî âlimlerce, babasının şehid edilmesinden hilâfeti Muâvi-ye b. Ebû Süfyân’a devretmesine kadar geçen sürede Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi ve sonuncusu kabul edilir (Şevkânî, s. 606). Şiî kültüründe ise Hasan, bizzat Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört "ma’sûm-ı pâk"in (Çâr-deh Ma’sûm-ı Pâk) dördüncüsü olarak görülür ve kendisine birçok keramet izafe edilir. Ancak bazı Şiî toplulukları Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini tenkit etmişlerdir (Nevbahtî, s. 24). Bugün İran ve Irak gibi Şiîler’in yaşadığı yerlerde, Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan taziye âyinleri kadar gösterişli olmamakla beraber, 28 Safer günü hem Hz. Peygamber’in hem de Hz. Hasan’ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır. Resûl-i Ekrem’in torunu, Hz. Ali ve Fâ-tıma’nın büyük oğlu ve müslüman kanının dökülmesini istemeyerek hilâfetten feragat etmiş bir kişi olarak Hz. Hasan üzerine geniş bir literatür teşekkül etmiştir. Onun hakkında İslâm tarihi kaynaklarından ve biyografik eserlerden başka müstakil çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. Hadis külliyatından Buhârî ile Müslim’in çeşitli bölümlerinde Resû-lullah’ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında söylediği birçok hadis mevcuttur (Buhârî, "Fezâ’ilü aşhâbi’n-nebî", 18, 22; Müslim, "Fezâ’ilü’ş-şahâbe", 32, 56, 58-61, 67). Her iki eserde de Hasan ile Hüseyin’in faziletlerine dair müstakil birer bab açılmış ve Hz. Peygamber’in yalnız biri veya her ikisi için söylediği medihkâr sözler kaydedilmiştir. Tirmizî’de de "Me-nâkıbü’l-Hasan ve’1-Hüseyn" ve "Menâkıbü Ehli beyti’n-nebî" adlarıyla bablar açılmış, buralarda diğer bölümlerin yanında yirmiden fazla hadis nakledilmiştir. Öteki hadis kaynaklarından Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî’nin eserlerinde ve el-Muvatta’da da çok sayıda hadis zikredilmektedir (bk. Wensinck, VIII, 60-61). Ahmed b. Hanbel, ei-Müsned’inde Hz. Hasan’dan mükerrerleriyle birlikte yetmiş dolayında rivayet nakletmiştir (meselâ bk. I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64); ayrıca onun Cüz’ün tihi müsnedü Ehli’1-beyt adlı risalesinde de (nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1408/ 1988) on iki hadis daha bulunmaktadır. Şia’nın temel hadis kaynaklarından olan Kütüb-i Erba’a’dan yalnızei-Kâ/f de Hz. Hasan’la ilgili hadisler vardır. Meclisî. sıhhat şartını dikkate almaksızın Şiî hadis kaynaklarında geçen Hz. Hasan’a dair rivayetleri müstakil bir ciltte toplamıştır (Blhârü’l-enuâr, Beyrut 1403/1983, XLIV). Ayrıca Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin Mekû-tilü’t-Tâlibiyyîn (bk. bibi), Necmeddin Ebü’l-Hasan el-Alevî’nin el-Mecdî ti en-sâbi’t-Tâlibiyyîn (Kum 1988, s. 36-80), Tabersî’nin İ’lâmü’1-verâ’ (Beyrut 1985, s. 243-252) ve İbn Ebü’l-Hadîd’in Şerhu Nehci’l-belâğa (XVI, 9-54) adlı «serlerinde Hz. Hasan hakkında önemli bilgiler verilmektedir.
Hz. Hasan’la ilgili çalışmaların bir kısmı, onu kardeşi Hüseyin veya Ehl-i beyt mensuplarıyla birlikte ele alır; çoğu ise doğrudan doğruya ona dair olan kitaplardır. Murtazâ el-Hüseynî el-Fîrûzâbâdî, Âl-i abâ’ya tahsis ettiği eserinde Hz. Ha-saıfla ilgili hadis kaynaklarında geçen rivayetleri derlemiştir (Fezâ’ilü’l-hams, Beyrut 1402/1982, III, 282-309). Aynı şekilde Tâhâ Hüseyin, Hz. Ali ve çocuklarına ayırdığı kitabında İslâm tarihi kaynakları çerçevesinde Hz. Hasan’ın hayatını, kardeşiyle arasındaki mizaç farklılığını ve Muâviye ile yaptığı barışı tahlil eder (’Alî ue benûh, Kahire, ts. [Dârü’l-maârif], s. 193-220). Muhammed Rızâ da Hz. Hasan’ı kardeşiyle birlikte Resûlullah’ın iki torunu olarak ele almıştır (el-Hasan ue’l-Hü-seyn sıbtâ Resûlillâh, Beyrut 1407/1987, s. 13-63). Bu türden diğer bazı eserler de şunlardır: Fazlullah Rahîmî, Gülzâr-ı Ha-seneyn (İstanbul 1994); Şems Osman Üs-küdârî, Hasan ve Hüseyin Hakkında Üç Mersiye (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 20867); Abdülfettah Şefkat Efendi, Manzûme-i Siyer-i Nebî ve Evlâd-ı Resul (Yapı Kredi Bankası Ktp., nr. 768).
Hz. Hasan hakkında yapılan monogra-fık çalışmaların bazıları şu şekilde sıralanabilir: Abdürrızâ es-Sâfî, Belâğatü’l-İmâm el-Haşan (Necef 1966); Hüseyin Mahmûd Yûsuf, Seyyidü şebâbi ehli’l-cenne el-Hasan b. Alî (Kahire 1973); Tevfîk Ebû İlim, el-Hasan b. ’Alî (Kahire 1974); Hasan Kâmil el-Maltâvî, el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Kahire, ts.); Mustafa Muhsin el-Mûsevî, el-Hasan b. ’Alî (Kahire 1975); Kâmil Süleyman, el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1399/1979); Ca’fer Murtazâ el-Âmilî, el-Hayâtü’s-siyâsiyye li’l-İmâm el-Hasan (Beyrut, ts); Süleyman el-Kettânî, el-İmâm el-Hasan (Beyrut 1989); Ali Kâimî, İmâm Hasan (Kum 1361/1982); Bakır Şerif el-Kureşî, Hayâ-tü’1-İmâm el-Hasan b. Alî (I-Il, Beyrut 1403/1983); Mûsâ Muhammed Ali, Halî-mü Âli’1-beyt el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1405/1984); Alâilî, Hayâtü’l-Hasan (baskı yeri ve tarihi yok); Muhammed Beyyûmî Mehrân, el-İmâm el-Hasan b. ’Alî (Beyrut 1990); Hüseyin eş-Şâ-kirî, el-Hasanü’1-müctebâ (Kum1415)
Kaynak; Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi “Hasan” Maddesi. Yazar.Nuri Özcan C.XVI.s282-285